BAK ÖNÜMÜZDE YENİ BİR MEVSİM

 

-‘’İnsanlar ölür, elbiseleri kalır geriye.’’

Ne zaman söyledin bunu. Ağzın buruşmuş, dişlerin yitip gitmişti etli dudaklarının altında. Uzakta bir yere bakmıyordun. Mahallenin orta yerinde bir berber dükkânının kapısına atılmış tahta taburelerde oturmuş ayran içiyorduk. Ayran soğuk değildi.

-‘’Buz gibi ayran, için serinleyin,’’ demişti Serhat.

-‘’Sevmem ama ver bakayım, zahmet etmişsin getirmekle,’’ demiştin sonra.

Tavlada iki kere mars olduktan sonra bile keyfin kaçmamıştı. Uzakta bir yere bakmıyorduk. Dükkânın çaprazındaki iki katlı ahşap evin balkonunda gördüğümüz esmer kız çiçeklere su verdikten sonra içeri geçmişti. Ona bakıyorduk. Arada sırada geldiğimiz bu dükkânın çevresinde oturan insanları bilirdik. Anlatılan dedikodulardan da haberdardık.

-‘’Akşama kadar futbol konuşacak değiliz ya,’’ diyordu berber kalfası Cemil.

Siyasetten nefret ediyordu. Benim ateşli tartışmalarımın önünü ikinci bilemedim üçüncü tıraştan sonra kesmişti böylece. Ülke en kötü döneminden geçiyor, darbe hazırlığı yaptığını duyduğumuz subaylardan ses çıkmıyordu. Böylece benim de bu dedikodulara kulak kabartmama şansım kalmamıştı.

Kız, diyordum değil mi? Birkaç gün öncesinde markette gözüme çarpmıştı ilkin. Entarisinin altındaki uzun bacakları, çıplaklığı… Kasiyer kızla konuşuyordu. Gökyüzünün bir parçasını andıran gözleri, kıvırcık saçları ve bal damlası dudağı… Arkasından uzun uzun baktım. Valla tek ben değildim bakan. Kasiyer kız da baktı arkasından. Fark ettiğimi anladığında çok güzel bir kız, dedi gayri ihtiyari. Bunu yapmam ama gülümsedik birbirimize.

 

Çizim: Volkan Durak

Daha sonra dediğim gibi balkonda gördük onu birlikte. Çiçeklere su veriyordu. Kurumuş saksılara bir hayat bağışlayabileceğini sanıyordu.

-‘’Ölüyü canlandırır bu, ihtiyarı kanlandırır.’’

İhtiyar değildim ama kanlanmaya başlamıştım şimdiden. Onun diriliği benim iyice pörsüyen bedenime yaşamı hatırlatmıştı. Günler geçer, körlük geçmezdi bilirdim. Kör değildim, lakin hanımı yitireli elime başka birinin eli değmemişti. Bunu söyleyen oldu duymazdan geldim. Duyduklarım pek hoşuma gitmedi. Sekiz güzel yıldan sonra aniden hastalanıp rahmetli oldu benim hanım. Ev başıma yıkıldı. Sofa bir mezara döndü. Yatak odasının kapısını açamaz oldum. Mutfak masasının üzerinde ne var küflendi. Gün boyu kanepeye uzanıp uyuyor gibi yapıyordum. Uyumuyordum. Gözümü kapadığımda onun gözü, onun elleri, onun olan her şey beliriyordu. Aniden gözü bir cam parçası gibi kırılıp dağılıyordu. Eline uzanacak gibi oluyordum. Eli asırlık bir ağacın köküne dönüyordu. Sarılmaya doyamadığım gövdesi kuruyup iskelete. Kapatmamak için zorluyordum gözlerimi. Bu defa eşyalar üzerime geliyor, sandalye yürüyordu sanki odanın içinde. Pencereler kirden sokağı göstermez oldu. Bir odanın içinde mahkûm gibi yaşamaya başladım.

-‘’Genç adamsın bu böyle sürüp gitmez,’’ dediler.

Köylük yerde komşuluk mühim şeydir. Eksik olmasınlar ilgilenmeyi görev bildiler. Yaşıtlarım geldiler önce. Bir karşılık bulamayınca yaşlılar devreye girdi ve beni mezarımdan çıkardılar. Sokaklar aynıydı. Köy ışıkları aynı. Çocukların bitimsiz neşeleri de öyle. Eve dönen babalar, kapı önlerinde örgü ören kadınlar da. Çoban Hüseyin koyunları önüne katıp akşamüstü geçiyordu patika yoldan. Bir olmayan benim hanımdı. Onun eli yoktu bir tek omzumda. Bu kimsesizliğe bir süre dayanmaya çalıştım. Baktım olmuyor aynı ev, aynı yalnızlıkla. İşim gücüm yok zaten. Köylük yerde yapacak bir şeyler aramaktan vazgeçtim. Kasabada ev var kirada. Önce kiracıya haber yolladım ev bulup çıksın diye. Beş-on gün süre istedi. Bekârdan bir çocuk, öğretmen. Bir düzen tutturmuş kendince. İki gün sonra gidip çıkma, dedim. Ben başka bir ev bakarım kendime. Şaşkın gözlerle baktı bana, minnet duyduğunu sözleriyle de ifade etti. Sonra zaten ahbap olduk. Kasabadan gidene kadar iki günde bir kafa çektik. Çok dinledi beni. Kahrımı çekti. Hâlâ mektuplaşırız. Ardahan’a taşındı. Sonra sen çıktın karşıma. Pek babacan yaklaştın.

-‘’Karısız yaşamak kolay değil bir erkek için,’’ dedin.

Evlenmem için ısrarcı oldun. Oldun da ne oldu? Uygun birini bulmak bu kasabada çok zordu. Düşünüyorum, diye geçiştirdim seni her defasında. Onun elbiselerini sevdim, okşadım her yalnızlık duyduğumda. Odanın ortasında bir sandalyenin üzerinde duran basma elbisesini, kışlık patilerini. Bir erkek için en zor sınavın bu olduğunu düşündüm hep. Rahminde çocuk büyütemediğin bir kadının arkasından onu kendi içinde büyütmek. Kaç yaşındaydı sahi. Öldüğünde yirmi yedi. Yokluğundan sonra bir yirmi bir yıl daha.

Filmlerde gördüğün gemi yolculuklarını hayal ederdi yattığımızda. Küçük başını kollarımın arasına sokar, fırtına var kaptan, diye mırıldanırdı. Kaptan eskide kaldı derdim. Babamın ve tayfaların dönmediği av öncesinde. Vazgeçmiştim denizden. Yeniden denizle barışmamı sağlamaya çalışıyordu aslında. Bunu anlamak için epey sene geçmesi gerekiyordu. Anladım da işe yaradı mı sanki. Berber dükkânının önündeki günden bahsediyordum. Böyle her şeyi yaşlanınca yarım yarım anlatır oldum. Gücenme sakın. O gün kızı balkonda kuruyan çiçeklere su verdiğini görüp arkasından konuştuktan sonra benim içime bir şey düştü. Nasıl bir şey dersen tam tarif edemem. Bir kuş durmadan çarpıyordu. İçim aydınlıkta olsa yüreğimin pırpırlarını gösterebilirdim sana. Kızım kamyon kazasında kocası ölmüş. Avukat eskisi Naci Bey’in kızıymış. Yazları gelirlerdi kasabaya. Kızı daha önce görmüşlüğüm var mıydı hatırlayamıyorum. Belki sekiz dokuz yaşlarında olduğu zamanlarda görmüştüm. Üç çocuğu vardı Naci Bey’in. Büyük şehre taşındılardı yetmişlerin ortasında. Dönem pek parlak değil. Neyse hatırlamıyorum yüzlerini çocukların ama onlardan biriymiş. Markette gördüğümde de baktıydım dedim ya, o zaman sanki kısa bir an nefes almakta zorlanırsın ya öyle olduydu. İkinci seferde iyice belledim kalbimin oynadığını. Eve döndüm erken erken. Pilavla fasulye yapmıştım ondan yedim. Çay demledim plağı çalıştırdım. İnceden Abacı söylüyor silemezler gönlümden ne aşkını ne seni şarkısını. Çayı bırakıp ispirtoya sarıldım. Sandalyenin üstündeki elbisesi bana bakıyor hanımın. İçimdeki kıpırdanmayı duydu, anladı sanki. Elbisenin kolu sandalyeden aşağıya kaymış, odanın zeminine doğru asılıyor. Nasıl tuhaf oldum anlatamam. Onca zaman orada durur kaldırmak aklımın ucundan geçmez, kalktım zemine uzanan kolu kaldırdım yukarı. Kumaşına dokundum. Sıcak bir şey vardı hâlâ kumaşta. İspirtonun da tesiriyle olsa gerek elbiseyi göğsüme bastırdım, kokladım. Şarkının ahengi içinde dans eder gibi bir iki sallandım. İçinde onun olduğunu düşündüm bir an.

-‘’O kız var aklımda, benim yerime onu düşünmeye başladın,’’ dediğini duydum.

Korktum ki ne korktum. Elbiseyi kanepenin üzerine bırakıp kapıya çıktım. Bir iki turladım. Buna benzer çok gün geçirdim. Mevsimler değişti. Göç eden kuşlar döndüler kasabaya. Tavlada seni yendim, yenildim.

-‘’Sende bir şeyler var ya, hayırlısı, çıkar kokusu,’’ dediğinde geçiştirdim hep.

Ama dün öyle göz göze geldik ya eskicinin önünde. Elimde hanımın basma elbisesini uzatıyordum Oktay’a. Bir ihtiyacı olana, garibanın birine veriver dedim. Her şeyi biliyordun, anladım. Utandım da. Uzaklaştım oradan. Çok sık tekrarladığın o cümleyi orta yere söyleyiverdin.

-‘’İnsanlar ölür, elbiseleri kalır geriye,’’ dedin. Sonrasını duymadım. Bütün gece böyle yatakta dönüp durduktan sonra en iyisi bunu yazarak sana anlatmak ve kurtulmak. Kitap gibi şeyler yazdın gene Kaptan diyeceksin, de. Başka türlüsü de gelmiyor elimden. Yıllar geçti. Giderek ihtiyarladım. Balkondaki saksılarda kuruyan çiçekler gibiyim. Bak önümüzde yeni bir mevsim.

 

*Serkan Türk, Trabzon doğumlu. İşletme eğitimi gördü 1993’ten beri çeşitli radyo ve TV’lerde program yapımcısı, sunucu ve yönetici olarak çalıştı. Ada dergisinin editörlüğünü yaptı.

Şiir ve öyküleri Almanca, Bulgarca, Felemenkçe ve İngilizceye çevrilip yayımlandı.  Berlin merkezli Freitext adlı dergi ile iki yıl boyunca ortak çalışmalar yaptı.

Bak Önümüzde Yeni Bir Mevsim, Tanrı’nın Yalnız Kırları, Uzak Yaz ve Rüzgârlı Camlar, Serkan Türk’ün okura ulaşan öykü kitapları oldu. Yazarın, Uzun Ruhlu Bir Cüce, Her Şeyin Güzel Olma Nedenleri ve İçimiz Bir Çölse Biri Geçmiştir adlı üç şiir kitabı bulunmaktadır. Doğduğu ve yaşadığı şehri anlattığı Güneşli Bayır’ın yanı sıra, Türk sinemasının 100. Yılında denk gelen Yüzyıllık Perde adını verdiği 53 yazarın kişisel hikâyeleriyle bir filmi anlattığı proje kitabını hazırlamıştır.

Radyo programcılığı, iletişim ve yaratıcı yazarlık dersleri veriyor.

Sadece Şiir dergisinin editörlüğünü yapıyor. Edebiyatburada.com adlı internet sitesini yönetiyor ve YouTube üzerinden edebiyat odaklı programlar hazırlıyor.